1960'larda, bugün SRI International adı verilen bir şirketteki araştırmacılar, hareketli bir robotun yapımını gerçekleştirdiler. Bir televizyon kamerasıyla ve ayrı bir minikompütere radyo linki bağlantısıyla donatılmış olan "Titrek" adlı bir tekerlekli araba, programlanmış komutlara göre hareket ediyordu. Örneğin odanın bir ucundan diğerine gitme komutunu aldığında, kamera robotun o andaki rotasının imgelerini oluşturuyordu. Bu imgeler, basılmış fotoğraflar gibi, ışığın varlığını ya da yokluğunu temsil eden noktalardan oluşuyordu. Noktaların bu düzenlenişi, minikompütere yükleniyor; minikompüter de bunları "dijitalize ediyor" yani bir dizi ardışık 1 ve 0'lara dönüştürüyordu. Görsel örüntüleri tanımak üzere yapılmış bir bilgisayar programı yeni diziyi bilgisayarın belleğinde saklı olan diğer dizilerle karşılaştırıyordu. Bilgisayar bir eşleştirme yapabiliyorsa, robotun çevredeki nesnelere kıyasla yerini "anlıyor"du. Bu bilgi daha sonra basit problemleri çözmek üzere tasarımlanmış diğer programlar tarafından kullanılabiliyordu.
Başlangıçta Titreğe yalnızca bir odanın içinde kutuları bir yerden bir yere itmesi söyleniyordu. 1971'de robotun daha gelişkin ikinci bir modeli farklı üç nesnenin yanına konuldu: yüksek bir platform, onun üstüne yerleştirilmiş bir kutu ve birkaç metre ötede yer alan bir rampa. Titreğe kutuyu platformun üstünden devirmesi söylendi; ancak robot başlangıçta kutuya ulaşamadı bile. Ancak daha sonra rampayı platformun yanına ittirdikten sonra platformun üstüne tırmandı ve soğukkanlı bir tavırla kutuyu yere attı. Sonuçta, rampanın amacına ulaşmakta kullanılabilecek bir araç olduğunu "farketmişti".
Titrek yavaştı bloğu ve rampayı tanımlamak için bir saat kadar vakit harcıyordu. Dünyası tümüyle büyük, düzgün kutular ve temiz, düzgün duvarlardan oluşuyordu; bunun dışındaki hiçbir şeyi "aklı almıyor" du. Nesneleri bir ölçüde başarıyla idare edebilen mekanik kollar taşıyan birçok robotun aksine Titrek yalnızca oradan oraya hareket edebiliyordu. Yine de bir anlamda "görebiliyor", bir anlamda "düşünebiliyor"du. Endüstri robotlarının çoğu her ikisini de yapamazlar.
Bunu yapmaları gerekmez de. Fabrikadaki işler eşyaları kaldırmak, taşımak ve yere indirmekten ibarettir. Bu türden hemen hemen her iş robotlar tarafından yapılabilir; ancak birçok durumda insan emeği daha ucuzdur. İnsanların bu avantajdan yararlanmaya daha ne kadar devam edeceklerini bilemeyiz. Ancak bu avantaj ortadan kalktığın da en çok kimin etkileneceğini bilebiliyoruz bazı durumlarda etkilenecek olan Titrek gibi robotların geliştirilmiş modelleri. Toplumumuzdaki kaynakçılar; boyacılar; makinistler ve alet yapımcıları; makine operatörleri; ustabaşılar ve endüstriyel montaj hattında yer alanlar kısacası endüstriyel işçi sınırının çoğu çok uzak olmayan bir gelecekte yolun sonuna gelmiş olacaklar. Eğer bu dönüşümün yerlerinden ettiği kadın ve erkeklere otomatik olarak yeni işler yaratacağını varsayarsak, sonuçta elimizde giderek artan bir kompüter programcıları yığını değil, muhtemelen oldukça genişlemiş bir alt sınıf kalacak.
Buhar makinesi, dolap beygiri ve dokuma tezgahının aksine robotlar, yaratılmalarından çok önce tasarlanmışlardı. Bununla birlikte geçmişteki yazar ve mucitlerin kafasında bulunan; bugün "kendi kendine hareket eden makine", otomaton adını vereceğimiz bir şeydi. örneğin, Pierre Jaquet Droz'un "mekanik yazıcısı" (1774), R2D2'nin Yıldız Savaşları'nda ilk ortaya çıkışından beri kamuoyunu ilgilendirmiş olan insansıların bir müjdecisi sayılabilir. İşte Karel Capek'in 1920'de R.U.R. adlı oyununda Çekçe robota (iş) kelimesiyle adlandırdığı şey de, bu tür otomatondu.
Robotların geleneksel olarak tasarlanmış bu otomatonlardan farklı bir şey olmaları gerektiğine karar veren ilk kişi, Joseph Engelberger'di. Daha sonra Joseph Engelberger 1956'da bir partide, mekanik bir kolu kontrol etmek için bilgisayar bileşenlerinden yararlanmayı ilk akleden kişi olan mühendis George Devol'la karşılaştı. Engelberger'e göre Devol "Elini kolunu çok sallayarak konuşuyordu ve Biliyor musun, fabrikalardaki insanların % 50'sinin yalnızca birtakım şeyleri oradan oraya alıp koyduğunu farketmemiz lazım “dedi. Bu nedenle "programlanan eşya taşıma aleti" adını verdiği bir şey icad etmişti. Engelberger Devol'un fikrinden çok etkilendi ve işverenlerini bunu denemeye ikna etti. Ancak alete başka bir isim vermeyi düşünüyordu. "İsmi robot olmalı" dedi Engelberger, "ve olacak da. Ben bir robot yapıyordum ve Allah kahretsin bu bir robot olmadıkça hiç keyifli olmayacak."
1956 yazında, yapay zeka üzerinde çalışan ilk uzmanlardan olan Minsky dahil 10 araştırmacı Dartmouth Koleji'nde düşünen makinelerin geleceği hakkında spekülasyon yapmak üzere bir araya geldiler. Diğer şeylerin yanı sıra, tek bir kuşak sonra insanlığın artık çalışmak zorunda olmayacağı sonucuna vardılar. Kısa bir süre sonra Engelberger kendi şirketini kurdu ve yönetici olarak başına geçti. O zamanlar Unimation A.Ş. olarak adlandırılan şirket 1975'e kadar kara geçmedi.
1961'de Unimation ilk ticari robotlarını, ünlü "Unimates"i piyasaya çıkarttı. Bunlar bilgisayarın belleğine yüklenen komutları yürüten mekanik kollardı (1); operatör programları değiştirerek komutları kolaylıkla değiştirebiliyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nde yalnızca böyle "programlanabilir" robotlar gerçek robot kabul edilirler. Japonya'daki çok daha geniş tanıma ise çok daha az gelişkin aygıtlar da dahildir ve bu yüzden ülke kendinde dünyadaki bütün robotların toplamından fazla robot bulunduğunu iddia etme hakkını görmektedir. Bu doğru değilse de, Japonya' nın başı çektiği bir gerçek.
Unimation'un ilk ve en büyük müşterisi General Motors, ilk robotları kalıp dökmede, yani sevimsiz bir işlem olan erimiş metali çelik kalıplara dökme ve kor kızılı otomobil parçasını oradan almada kullandı. Bu teknik bir yandan seri üretimden çok, görece küçük üretim birimleri ya da "takım' 'lar gerektirir; öte yandan da tek tek birimlerin imalatını içerir. Stradivarius tarzında teker teker özgün mamüllerin yapımını gerçekleştiren şirketler robot kullanımını gereksiz görürler çünkü her birim için yeni bir program yazmak gerekmektedir. Seri üretim tek bir parçanın ya da bir grup parçanın milyonlarca özdeş kopyasının üretilmesi ise geleneksel "ağır" otomasyonu gerektirir: yalnızca ve yalnızca tek bir görev için özel olarak tasarımlanmış makineler. Bu tür makineler başlangıçta robotlardan daha pahalıdır; ancak eldeki görevi yaparken daha hızlı ve uygun olduklarından ötürü, daha geniş bir hacme yayıldıklarında gerçek maliyetleri daha düşüktür. Takımlar halinde üretilen mallar ki ABD gayri safi milli hasılasına imalatçıların katkısının dörtte üçünü teşkil eder özellikle robot kullanımına uygundur; çünkü düşük hacimleri ağır otomasyonun yüksek başlangıç maliyetlerini gerektirecek düzeyde değildir.
İlk yapılan robotlar 40.000 ile 100.000 dolar arasında değişen maliyetleriyle oldukça pahalıydılar. Saatte ortalama 6 dolarlık işletme maliyetleriyle robotlar insanlardan pek de ucuza gelmiyorlardı. Yine de yeni takımları idare edecek programlar kolaylıkla yazılıp, istenildiğinde çağrılabildiği için bazen daha ekonomik olabiliyorlardı. Ayrıca Minsky'ye katkıda bulunanlardan biri olan T.A.Heppenheimer'in belirttiği gibi robotlar "sıkılmıyor, tatile gitmiyor, emekli olmuyor ve monte ettikleri mamüllerin içinde gazoz şişeleri bırakmıyorlardı.” " Şikayet etmeden sıcağa, radyoaktiviteye, zehirli gazlara ya da gürültüye razı oluyorlar" dı. Üstelik iş saatleri boyunca işi kırmadan, tuvalete gitmeden, burunlarını silmeden çalıştıkları için insanlardan daha verimli oluyorlardı; dahası birkaç robotu süpervize etmek için bir tek kişi yetiyordu. Saat başına alınacak verimin çok yüksek olma ihtimali vardı.
Yine de robotlar birçok iş için çok pahalı ve lükstüler. 1950'lerin sonlarında Ford Motor Company'nin imalat şefi del Harder Engelberger'in robot spesifikasyonlarına bir göz atıp şöyle dedi: "Yarın bunlardan iki bin tanesini kullanabiliriz." Ama iki bin Unimate ısmarlanmadığı gibi, 1964 yılına kadar robotlardan ancak otuz kadarı satılmıştı. Satış hızı düşüktü, çünkü, yalnızca kendilerini otomasyon alanında lider olarak gören ve son derece yüksek ücret ödeyen otomobil şirketleri robotları denemeyi kabul ediyorlardı. ilk birimleri alan General Motors, her on otomobil parçasından dokuzunun beş libreden az çektiğini hesaplamak zahmetine katlanmıştı bu önemli bir keşifti, çünkü robotların kolları daha fazla yük taşıyamıyordu. GM, gelecekte "üç bin librelik bir arabanın," her biri her yıl değişen "birçok küçük parçanın toplamı olarak kalacağını" varsayıyordu. Bu parçaların robotlar tarafından üretilebilme ihtimali bulunduğuna göre, robotlar eninde sonunda ekonomik açıdan bir anlam ifade edebileceklerdi (2). Ancak otomobil endüstrisi dışında, varlıkları hakkında henüz hiçbir şey bilinmiyordu.
1960'ların ortalarına gelindiğinde, 1956'daki Dartmouth öngörülerinin büyük ölçüde abartılı olduğu ortaya çıktı. Genel olarak ne robotların ne de bilgisayarların evrensel bir boş zaman çağı yaratacakları vardı. Ne yazık ki bu gerçek, yeni ve daha tehlikeli bir mite yol açtı: bilgisayarın yükselişi, artan istihdam oranlarıyla çakıştığına göre, buna bir anlamda neden olduğu fikrine. Kamuoyunda yeni teknolojilerin ortadan kaldırdıklarından çok iş yarattıkları yanlış inancı yaygınlık kazandı. Gerçekte robotlar hiçbir iş yaratmamışlardı ve yaratacakları da yoktu; ancak bu çok açık gerçek, mistifikasyon yoluyla gizlenmişti ve hala da gizlenmekte. 1960'lar boyunca iş sayısı bilgisayar ve robotlarla tamamen ilgisiz nedenlerden ötürü arttı; üstelik bunlar bugünkü standartlara göre oldukça düşük sayıda bulunmaktaydılar.
Titreğin aksine ilk robotlar çevrelerindeki değişiklikleri sezemiyor ve bunlara yanıt veremiyorlardı. Bu nedenle çevreleri, endüstriyel süreçlerin çoğunda imkansız ya da pahalı olan bir titizlikle denetlenmek zorundaydı. Daha yararlı olabilmeleri için robotların insan duyularına en azından biraz benzeşecek bir şeylere ihtiyaçları vardı.
Bu gerçekleşti, ama yavaş yavaş; çünkü duyuların sağlanması yapay zekanın en zor problemlerinden biri oldu; bilgisayarların satranç oynamasını ya da matematik problemleri kanıtlamasını sağlamaktan çok daha zor. O konular kurallara indirgenebilecek kadar basitti. Oysa bizim dünya hakkındaki genel bilgimiz sağduyumuz çok daha ince ve karmaşıktır. Örneğin görme olayında, bir nesnenin sınırlarının nerede bittiğine diğerinin nerede başladığına nasıl karar veririz? Bir gömleğin düğmelerini niçin bir anlamda onun bir parçası, bir başka anlamda da farklı nesneler olarak görürüz? Bu tip sorunların cevabı pek açık değildir.
Temelleri hakkında bilgimiz olmasa da, insan duyularını kısmi olarak simüle eden aygıtlar yapabilir ve robotların beklenmeyen değişikliklerle başa çıkabilmelerini sağlayabiliriz. Örneğin Titrek oda içinde yolunu "görebiliyor"du; ancak bu çok basit eşyalar içeren çok basit bir odaydı. Uygulamaların hepsinde böyle bir avantaj bulunamayabilir. Bir metal tabakasının üzerindeki bir noktadan diğerine giderek bir kaynak yapıp tekrar bir diğer noktaya giden robotların (bu alan, robot kullanımının en önemli tek uygulamasını oluşturuyor) duyulara ihtiyacı olmaz. Ancak eğer ark kaynağında olduğu gibi kaynağın sürekli olması gerekiyorsa robotun yüzey boyunca yolunu "görebilmesi" gerekmektedir. Şimdilik, bilgisayarların duyusu bizimkilere göre çok yetersizdir. Bir insan, herhangi bir robot sisteminin yaratabileceğinden çok daha fazla duyusal bilişi üretebilir ve bunları robotlardan yaklaşık bin kat hızlı işleyebilir üstelik tüm bunlar kendi gücüyle çalışan ve kendi kendini yenileyen küçük, çekici bir paketin içinde olup bitmektedir!
Ancak bugünkü robotların önemli bir avantajı var. 1956'da yapay zeka üzerine çok az araştırma yapılmıştı ve bu nedenle Dartmouth'da bol keseden yapılan öngörüler tam anlamıyla birer cehalet ürünüydü. 1985'teki öngörülerse yapay zeka üzerine çeyrek asırlık bir araştırmanın ve bunları kullanan ürünlere ilişkin deneyimin sonuçlarını yansıtıyorlar. Yapay zekanın en temel sorunları bilgisayara örneğin İngilizce gibi "doğal" dilleri anlamayı öğretmek henüz çözülebilmiş değil. Kahvaltı hazırlayabilecek robotlar ancak 20 yıl kadar sonra görülebilecek. Ancak robotların hemen her tür önemli endüstriyel mamülü imal gidebilecekleri gün pek uzakta değil. Geriye yalnızca işin ekonomik yanı kalacak; çünkü her ikisi de aynı işi yapabilseler de robotlar insanlardan daha pahalı olmaya devam edecekler.
1970 yılında, o zaman robot tasarımı, üretimi, ihraçtı ve kullanımında lider olan ABD'de yaklaşık iki bin kadar robot fabrikalara yerleştirilmişti. Dünyanın geri kalan kısmındaysa bunun ancak birkaç katı kadar robot bulunmaktaydı. Son on yıl boyunca mutlak rakamlar önemsenmeyecek ölçüde arttı. Ancak artışın hızı çok yüksekti ve 1970 ile 1980 yılları arasında GM'un ücret maliyeti %240 tırmanırken, robot kullanmanın saat başı maliyetinin 5 ile 6 dolar arasında sabit kalması bir tesadüf değil.
1985 yılı itibarıyla ABD'de 16.000 kadar endüstri robotu bulunmaktadır. Bunların yarısı, yani 7.000 ile 8.000 kadarı, otomobil işinde kullanılmaktadır. Bu, 1982'deki orandan daha yüksektir. Örneğin 1980'de 300 robot kullanan GM, şu anda 5.000 kadar robot kullanmaktadır ve 1990 yılına kadar 15.000 tane daha almayı planlıyor. Son on yılın başlarından beri diğer endüstri sektörlerine yerleştirilen robot birimi sayısı düşmüş olmakla birlikte, mutlak sayılar 1980'de 2.800 3.000'den bugün yaklaşık 9.000'e fırlamıştır. Wassily Leontief ve Faye Duchin'in yeni kitaplarında yaptıkları hesaplamalara göre metal parçası ve makine yapan diğer endüstriler, alet değiştirme ve malzemeleri işlemede kullandıkları robotların sayısını "büyük ölçüde" artıracaklar. Hafif imalatçılar da giderek daha fazla sayıda robot alıyorlar.
En önemli yeni gelişmeler, robotların artık bitmiş mamülün montajında yaygın olarak kullanılmasına başlanan elektronik endüstrisinde görülüyor. örneğin Apple Macintosh bilgisayarının yaklaşık onda dokuzu otomatik olarak monte ediliyor kısmen IBM'den alınan ekipman sayesinde. Bu çarpıcı olayın derin bir önemi var. Kaynak ve boyama işleri birçok endüstride görülebilir; ancak makine ve diğer parçaların montajı çok daha yaygın uygulanmaktadır ve endüstri işçileriyle imalat maliyetlerinin en büyük kısmını oluşturmaktadır. Uzmanlar, gelecek on yılın ortalarında robotların en yaygın uygulamasının bu alanda olacağı konusunda hemfikir. Bu arada montaj yapımı Japonya'daki robotların yaklaşık % 20'sini kapsamış durumda; bazı elektronik imalatçılarıysa montaj operatörlerinden yarısı ile dörtte üçünü otomatize ettiklerini iddia ediyorlar.
Montaj hattının robotla yürütülmesinin yaygınlık kazanması biraz zaman alacaktır. Wassily Leontief ve Faye Duchin 2000 yılına varıldığında bile, tüm olarak "elektronik devrim''in, 1820 yılında ilk kez madenlerden ve pamuk fabrikalarından yayılmaya başladığı zamanki haliyle "Avrupa ekonomisinin mekanizasyonundan daha gelişkin olmayacağını" öne sürüyorlar. Bu zaman zarfında robot üreten 60 kadar Amerikan firmasının işlerinde düzelme olduğu kadar gerileme de görülecek; örneğin şu sırada bu firmalardan yalnızca yedi tanesi 1984 yılında kara geçmiş görünüyorlar; ki o yıl toplam satışlar % 50'den fazla artarak 330 milyon dolara çıkmıştı. Aslında birçok firma işi bıraktı, diğer birçoğunun da bırakması bekleniyor; ancak Arthur D. Little Inc., kulaktan kulağa dolaşan kehanetinde, 1992 yılına varıldığında dünya pazarının 2 milyar dolara yılda 50.000 robota ulaşacağını öngörüyor; bu 1984'te dünyanın bütün fabrikalarında bulunmakta olan robot sayısının üstünde bir rakam.
Bugün, robot yapımı ve satışı küçük şirketlerin girişemeyeceği bir oyun halini alırken, sarsıntı geçiren birçok girişimci temel olarak aynı mamülü satmaya çalışıyor. 1980 yılında 6 orta boy şirket, 90 milyon dolarlık robot pazarının yaklaşık %95 kadarını paylaşıyorlardı. 1983'te payları % 53'e düşmüştü. MM en büyük robot üreticisi olan Unimation, Westinghouse tarafından satın alındı. Aynı şekilde General Electrics varolan şirketlerden birini satın aldı. Her zaman robotların en büyük tüketicisi olmayı sürdüren General Motors I982'de Japonya'nın Fanuc Ltd. şirketiyle birlikte GMF Robotics Corporation'u kurdu. Bendix, Renault, Volkswagen ve United Technologies bu oyuna katıldılar; IBM de öyle.
Bu büyük şirketler böylesi yatırımlara girişiyorlar; çünkü bizlerin bilmediği bir şeyi biliyorlar. Herhangi bir anda ne olmakta olursa olsun, tıpkı buhar motoru ve elektrik gibi robotiğin de endüstri devriminin bir parçası olacağını biliyor onlar. Bu üçüncü Endüstri Devrimi tasarım, imalat ve pazarlamayı tek bir bilişi akışına sokarak, kendimizin yapmak istemediğimiz her şeyi otomatize etmemizi sağlayacak.
Henüz bu noktaya yaklaşabilmiş değiliz; ancak birkaç şirket "bilgisayar bağlantılı imalat" adını verdikleri bir şeyi kurmaya girişmiş durumdalar. örneğin McDonnell Douglas Corporation'un satış elemanları, bir parça için gelen siparişi doğrudan bilgisayar yardımlı tasarım sistemine gönderebilmekteler. Bu sistem, parçayı geliştiren mühendisin bilgisayara bağlı katod ışını tübüne parçanın skeçini çizip bilgisayarın bunu otomatik olarak sonsuz revize edilebilir bir elektronik baskıya dönüştürmesini mümkün kılarak, modası geçmiş taslakçının işlevini ortadan kaldırmaktadır. Eğer parça nümerik kontrollü makinelere verilebilirse özde robotlara benzeyen bilgisayar kontrollü makine aletleri şirketin kendisi tarafından tasarımlanmış bir sistem, bitmiş çizimi alıp otomatik olarak parçayı yapacak programı yazabilir. (Bu arada bu ve buna benzer sistemler sayesinde programcılara duyulan talebin aşırı derecede artması engellenecektir.) Bundan sonra da tabii mamül üretilmektedir otomatik olarak.
Bu arada McDonnell Douglas'taki diğer bilgisayarlar envanteri sürekli yenilemekte, satış kayıtları tutmakta vs.dir ve üst yönetim istediği her tür bilişiyi anında elinin altında bulabilmektedir. Sürekli aynı verilen satış sırasında, mühendislik bölümünde, taslak bölümünde, imalat bölümünde, envanter kontrol bölümünde, faturalama bölümünde, muhasebe bölümünde vb. girme ve yeniden girme işlemi büyük ölçüde ortadan kalkar. Günümüzde en gelişkin sistemler bozulmaya karşı hiç dayanıklı değildir ve yalnızca bir düzine kadarı başarılı olarak yerleştirilmiştir. Bununla birlikte yöneticiler ve mühendisler bilgisayar bağlantılı imalata bir tür ideal gözüyle bakmaktadırlar ve bazıları bunu elde etmek için kuşkusuz uğraşmayı sürdüreceklerdir.
Çev. Müge Gürsoy
kaynak: Teleteknik Commodore Dergisi, Sayı 11, Ocak 1987, sayfa 11-14
Orijinal kaynak: "The Golden Arm" - Roger Draper, The New York Review, 24 Ekim 1985, http://www.nybooks.com/articles/1985/10/24/the-golden-arm/
Roger Draper
01.01.1987
Keywords: Commodore Dergisi, robotik, robotlar, yapay zeka